Saturday, January 29, 2011

Adım Adım Anadolu...

Shows the location of the province Denizli in ...Image via Wikipedia
Gelişen olaylar neticesinde hızlı kararlar alıp İtalya macerasına son vermem gerekti. Tekrar gitme hakkımı saklı tutup Türkiye’ye döndüm. Ankara ve İstanbul’da biraz zaman geçirdikten sonra Aydın’a geldim.

Aydın’a geçmeden önce de blogumu takip eden arkadaşların ısrarı üzerine Denizli’de bir hafta geçirdim. Denizli esnafının hatrı sayılır simaları tarafından “yılın en iyi blogu” ödülümü almak için Denizli'deydim. Bu süre zarfında Denizli esnafının dertlerini de dinledim. Esnaf genellikle bitmeyen altyapı çalışmalarından, siftahsız geçen günlere rağmen yazar kisvesi altında dükkanlara saatlerce çöken işsizlerden şikayetçiydi. Allah sizi inandırsın, insanın da yapacak işi-gücü olmayınca saatlerce oturabiliyor esnaf mekanlarında. “Ayağım çok uğurludur” safsatasıyla 2-3 gün takıldıktan sonra, işlerde bir açılma olmayınca arkadaşları biraz gerdiğimi hissedip, şehri terkettim. Umarım durum gidişimden sonra iyileşmiştir.

Denizli’yi Türkiye’de enteresan kılan bir diğer hadise de sembol olarak kendilerine Horoz hayvanını seçmeleridir. Türkiye’de çoğu şehir meyve-sebzesi ile ünlüyken pek az şehrimiz bir hayvanı ile ünlüdür. Denizli esnafınfa bunu da devamlı olarak öne çıkarma, halıya, kilime, beze basma isteği sezdim. Hatta bir horoz figürünün baş kısmındaki deliğe suratınız koyup, horoz kılığında Denizli hatırası çektirmeniz bile mümkün. Yalnız horoz namını sonuna kadar hakediyor, o ayrı...

Esnaf arkadaşlar beni Denizli’nin lezzet duraklarından Kebapçı Halil ve Helvacı Şerif’e de götürmeyi ihmal etmediler. Hakikaten efsane ürünler tattık bu mekanlarda. Tabi ki blogda bir Denizli bölümü yazma sözü karşılığında gerçekleşti tüm etkinlikler. Esnafa kendimi kısa sürede sevdirmemde Aydın’dan alışık olduğumuz şivenin çok benzerinin konuşulmasının rolü yadsınamaz. “k” sesini çıkaran bir adamın buralarda tutunması çok zordur (bazı tek heceliler hariç). Misal vitrin bakarken yanınınıza gelen adam: “Ne baktıydıngız?*” dediğinde “Bu kaç para?" derseniz kesin kazıklanırsınız. Doğru cevap “İndeki gaça?” tarzı bir şey olmalıdır. Bir de ara ara ismin hallerini karıştırmalısınız. Örneğin maç izlediğimiz mekanda takımına deliren bir amca: “Topu bas, topu” diye ayaklanıp bağırırken, siz bu amcaya “Oturur musunuz, göremiyoruz” diyemezsiniz. Doğrusu: “Beni bak baken, göremepdurum” olmalıdır. Yoksa harcatırsınız kendinizi. Siz siz olun, her şeyin sonuna “gari” ekler yırtarım diye düşünmeyin.

Şehrin iddialı olduğu bir diğer husus da moda. İnanın, Milan seviyesinde bir moda şehri Denizli. Özellikle Bayramyeri vitrinleri Milan'ın Duomo meydanı çevresini andırmakta insana. Tek farkı çarşıda-pazarda çok az hatun olması. Denizli modası erkeklerin tekelinde adeta. Bir de havluya öyle çok yatırım yapılmış ki sanırsınız sokaklarda da havluyla gezilecek. Ama yine de ben Denizli'yi "Anadolu'nun Milan'ı" ilan etmekte bir sakınca görmüyorum.

Bir de merkeze ilçelerden göç etmiş insanlar vardır bu şehirde. Ancak artık her yerdelerdir ve topluma karışmışlardır. Şimdi adını vereceğim 2 ilçeye çok dikkat edin: Çal ve Tavas. Buradan insanlarla karşılaşırsanız gözünüzü dört açın. (Yanlış anlamayın benim de çok Çal’lı arkadaşım var, çok mert olurlar). Hikaye şu: Yılanla Çallı’yı aynı çuvala koymuşlar, Çallı yılanı ısırmış. Yılan: “alın beni burdan” demiş. Yılanı alıp Tavaslı’yı koymuşlar, Çallı: “yılanı geri koyun” demiş...

Bu şehirden çok iyi arkadaşlarım olduğunu tekrardan belirteyim. Özellikle Ankara ve İstanbul'da Denizli diasporasıyla çok vakit geçirdim ama yerinde görmek ayrı bir lezzet. Bana bu ödülü layık gördükleri ve misafirperverlikleri için hepsine çok teşekkür ederim. Özellikle de Excel Fırat ve aynısını ben evde kullanıyorum Erdem’e sonsuz teşekkürü borç bilirim...

Bir diğer ilimizde görüşmek dileğiyle....
Enhanced by Zemanta






*ng: bu ses n harfinin daha genizden söylenmesi yoluyla çıkarılır ve şivenin yapay mı gerçek mi olduğunu ortaya çıkaran bir turnusoldur adeta...Konsept olarak benzeri için İngilizce'deki th sesi düşünülebilir. Hiç "three" diyenle "tree" diyen bir olur mu?

Tuesday, January 25, 2011

Son dönemlerime dair...


Kaç Kere Sever İnsan?


Bittiği yer mi güzel hatırlanır yoksa güzel yerinde mi biter hep bu işler? İlk başından beri hissetmiştim bir gün biteceğini ama keşfetmek de güzel geldi, duramadım, bağlandım, alıştım. Çok farklıydın, daha önce tanıdıklarıma benzemiyordun. Her şey 3 sene önce başladı, kader ağlarını ördü ve bir ekim günü karşılaştık. Eskiden alışık olduklarımı bırakıp sana gelmiştim, bütün konforumu terketmiştim senin için. Bilir misin ne kadar zordur rutini terkedip yeni alışkanlıklara yelken açmak? Nereden bileceksin, hep sana gelmişlerdir, acaba sen hiç gittin mi? Tanıştık, gezdik, tozduk, badireler atlattık, güldük, ağladık ve inanması zor olsa da bitiyor şimdi.

Senden önce iki tane daha tanımıştım. İlkinde toydum. En güzeli o sanmıştım, saftım. Bütün ilk gençliğim onunla geçti. En çok sahillerde takıldığımız günleri ve zeytin ağaçlarıyla dolu caddelerde yürüdüğümüz anları özlüyorum. Hiç bir karşılık beklemediğim, hesapsız sevdiğim, sorgulamadan olanıyla yetindiğim sadece oydu. Sonra büyüdüm, bana yetmez oldu, gittim. Arkamdan ağladığını sanmıyorum. Hep güneşli bir günde ardımdan el sallarken anımsayacağım onu. Ne zaman dönsem beni bekleyen olarak...

Diğeri ise daha soğuktu, anlaması zor. Ama o kadar heyecanlı başlamıştım ki hiç aldırmadım. Garip, sevmeyeni çoktu ama tanısan bence sen de severdin. Ama yollarınız asla kesişmez, farklı dünyaların insanlarısınız. O ne kadar doğuluysa sen o kadar batılısın. Çok şey yaşadık onunla, çok şey öğrendim ondan. Ama vefasızdım. Senin için ayrıldım ondan. Ayrılığımız sessiz oldu ama acısız değil. Yeni bir maceraya ihtiyacım vardı, gençtim, heyecan aradım. Öyle alışmıştım ki ona ayrılmayı kafaya koyduğumda endişelenmedim desem yalan olur. Kafam karışıktı ama arkadaşlar: “gençken olur bunlar” dediler. Bindim otobüse gittim, arkama bile bakmadım. Vedalaşmaya bile vaktimiz olmadı. Belki de cesaretim olmadığından böylece kaçtım ve sonra da ne aradım ne sordum. Kim bilir belki de düşündüğüm kadar ilginç değildi, kendimi kandırmıştım. Terkettiğim günden beri bir kez olsun görmedim ama deli gibi özledim. Belki de sigarayı bırakan bir tiryakinin sigarasını ömür boyu özleyişi gibi özleyeceğim onu. Canım isteyecek, direneceğim ve özlemeye alışacağım ama unutamayacağım...

İtiraf etmeliyim ki ikisi de beni, senden daha iyi anlardı. Benim de seni anlamam aylar sürdü. Seni belki bu çekici yaptı. Şimdi bakıyorum da sana çok emek harcamışım. Hiç yüz vermediğin günlerde yılmamışım, koşmuşum peşinden. Değdi mi acaba? Bana ilk kez birisi “git” demişti ama gidememiştim. Sen, benden diğer ikisinin intikamını alandın. Belli ki huyun böyle. Güzelliğinle ve çok beğenilmenle ilgili sanırım bu. Ben olmasam da yerime koyacak birisini bulursun. Yazmak kolay değil, gitmeme günler kaldı. Merak ediyorum, benim için üzülecek misin? Korkuyorum ki, hiç umursamayacaksın...

Niye yaptığımı bile anlayamayacaksın çünkü sen hiç gitmedin oysa ben iyi bilirim gitmenin zorluğunu, alıştıklarını bırakmanın yorgunluğunu. Ama unutma bu beni genç yapıyor seni ise içi geçmiş bir yaşlı...Ben mecburum keşfetmeye, sense mecbursun seni gelip keşfetmelerine. Ne kadar zor gelse de yollarımız ayrılıyor seninle, hem de kısa bir süre içerisinde.

Gitmeye karar verdiğim andan itibaren gelecek için bir heyecan kaplasa da içimi, senden ayrılmanın hüznü de belirginleşti. Sana bakamaz oldum, güzelliklerin içimi yakmasın, anılar canlanmasın, aklım karışmasın diye. Bir şeyi son kez yaptığını bilmek acı veriyor. Öte yandan hala fırsatım varken çok da ölçüp biçmeden tadını çıkarmak da istiyorum. Açıkçası arada kaldım, ne yapacağımı bilemez durumdayım. Üzerine fazla da kafa yormak istemiyorum bu gidişlerin, zorlaştırıyor her şeyi. Bazen insan derinliğini bilmediği suya da atlamak istiyor her gün aynı yerde yüzmektense. Hem kalsam da senin yüzünden gitmedim diye başının etini de yerim bundan böyle. Lütfen beni anlamaya çalış, ben buyum işte.

Ne acıdır ama belki de bir daha veda mektubu yazdığımda sen de diğerleri gibi bir paragraftan ibaret olacaksın sadece. Dürüst olayım, insana her tecrübesi farklı ve güzel geliyor. Bugün için diğerlerinden farklısın ama zaman geçtikçe onlar gibi olacaksın zihnimde. Biliyorum şimdi diğerlerinin isimlerini daha da fazla merak ettin. O zaman söyleyeyim; ilk sevdiğim Aydın ise, gençlik aşkım Ankara ve sen de Milan’sın...Haftaya ayrılıyorum senden. “Ağlama” desem faydası olmaz, bilirim çok kolay ağlarsın. Ama ben seni güneş gibi gülümseyişlerinle anımsamak isterim. Kendini de fazla suçlama, mecbur olmasam gitmezdim ya da istemesem direnirdim. Zaman her şeyin ilacıdır, unutursun.

13.12.2010