Friday, January 29, 2010

Berlusconi's Worst Gaffes

Geçen iletiyi başbakan ile bitirmiştik. Maske konusunda yazmaya değecek olaylar olmadı. Neden Berlusconi'den bu maske olayı karşısında bir çıkış bekledim? İşte bu yüzden, Time dergisi seçmiş:

Berlusconi's Worst Gaffes

Başta komik başlasa da arka arkaya 10 tane gaf okuyunca insan olaya anlam veremez oluyor. İşte demokrasi de böyle bir şey...

Monday, January 25, 2010

Maske


Derbide İnter, Milan'ı 2-0 mağlup ettikten sonra İnter'li oyuncular rakip takım başkanı ve başbakan Berlusconi'nin maskesini takıp, dalga geçtiler. Karikatüristlerin dava edildiği bir coğrafyadan gelen ben bu durumu yadırgadım.
Maskenin altındaki yüz Zidan'dan yediği kafayla güneme oturan Marco Materazzi. Eli kulağındadır, başbakan buna televizyondan espirilerle cevap verir. Beklemedeyiz.
Reblog this post [with Zemanta]

Sunday, January 24, 2010

1974 - Live in Nazilli

Erkin Koray, 2005Image via Wikipedia

Arkadaş, bugün farkettim ki ben 70leri anlamamışım, oturup baştan çalışmam lazım her şeyi. En azından kendimi fikir yürütebilecek seviyede görürdüm. Ben ortaokulu Nazilli'de okudum, Nazilli'yi iyi bilirim. 2 kere de Erkin Koray konserine gittim, canlı canlı izledim efsaneyi. Her ikisinde de üniversitedeydim, yani yeni milenyumda oldu bu olay.
Hani irmiğe, şekere bakarak helvayı tahmin edemezsiniz ya, 2000'lerdeki Erkin Koray'a ve 90'lardan sonraki Nazilli'ye bakarak maalesef ben de 1974'lerde neler olmuş olabileceğini tahmin edemedim. Nazilli'nin nüfudu bugün 127000, 1973'de 50000...Benim bildiğim zamanlarda Nazilli'ye Haluk Levent'ten başka gelen olmadı. Zaten, bu tarz bir konser bugün gerçekleşse, gidip dinleyen kaç kişi çıkar bilemiyorum. Ancak zamanında, salon dolmuş, halk bu kadar "complex" bir müziği bu ilçede dinlemiş. Resmen "Live at Pomoeii" ayarında. Şimdi düşünüyorum da Nazilli'de kokoreç aldığım amca, matematik dersime gelen hoca, tüpçü, muslukçu bir zamanlar bu konsere gitmiş...
Erkin Baba'ya eşlik eden müzisyenler davulda Nihat Örenel, basta Rauf Ülgün. Kendilerine de selam etmeden geçmeyelim.
İnsan şaşırıyor doğrusu ve düşünmeden edemiyor: "Acaba o yıllarda Menderes Ovası'nda Pamuktan başka yeşillikler de mi bitmekteydi?"

Reblog this post [with Zemanta]

Thursday, January 21, 2010

Moda Meraklılarına

Fashion album coverImage via Wikipedia

Moda Meraklılarını şu bloga gözatmaya davet ediyorum.
Siz de Trendy olabilirsiniz:

http://thesartorialist.blogspot.com/
Reblog this post [with Zemanta]

No Reservations

NEW YORK - APRIL 21: TV Personality Anthony Bo...Image by Getty Images via Daylife

Anthony Bourdain bu kez istanbulda. İzlerken çok zor anlar yaşadım, özlemişim bazı şeyleri. Programın adı "No Reservations". Daha önce izlememiştim ama İstanbul bölümünü severek izledim. Amca her ülkede pragram yapıp yemek yediği için fazla şaşırmamış görünse de İtalya'ya, Fransa'ya bile tur bindirecek bir mutfağımız var. Normal bir adam bu muameleye tutulsa aklı şaşar. Türkiye gezisi sırasında, yazın sıcakta kebaba fazla yüklenip trenlerde bayılan Danimarkalı tanımıştım bir vakitler. Resmen adam akıl tutulması yaşamış, hala da etkisindeydi. Patates kızartmasına sebze yemeği diyen adamlar var bu dünyada, Allah vermesin!
Bir de en sonundaki yoğurt muhabbeti çok hoşuma gitti. İtalya'da makarnaya İtalyanlar'ın gözü önünde ilk yoğurt döküşümü hatırlattı bana. Bir tanesi "Yanlışlıkla olduysa, sana yeniden koyalım" demişti...
Son olarak, bu A.B. ve ciğer açmazına değinmek istiyorum. Böyle bir şey yoktur ve olmayacaktır arkadaşlar. İtalyan süpermarketlerinde işkembe, yürek, ciğer (ak-kara) rahatça bulunabiliyor. Satın alıp evinde pişirebiliyorsun. Bizi birlikten soğutmak için Merkel-Sarkozy ikilisinin uydurduğu bir safsatadır. Oyuna gelmeyelim!

Gavur gözüyle Türk mutfağını görmek isteyenler izleyebilir:

Nevizade Sokak, IstanbulImage by Vince Millett via Flickr


Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5









Reblog this post [with Zemanta]

Sunday, January 17, 2010

Muhammed Suiçmez

Necrophagist live at NEMHF 2006Image by markcoatsworth via Flickr

Hiç tahmin etmezdim salon dolusu adamın ABD, Canada ve Avrupa’da “Muhammed” diye bağıracağını. Durumu bilmeden gitmiş olunsa konsere, salonu böyle duysa insan, salavat getirir hic kuskusuz. Halbuki paniğe yer yoktur, olayda bir gariplik de yoktur, salon Muhammed Suiçmez için tezahürat etmektedir... Muhammed tam anlamıyla “technical death metal” tarzının dünya çabında ünlü, efsane bir ismidir. Karlsruhe (Almanya) doğumlu olup, ailesi Trabzon Sürmene’den göçmüştür. 10 yaşında metal müzik dinlemeye başlamış ve gitar çalma fikri kafasına ilk kez bu yıllarda girmiştir. 14 yaşında ebeveynlerinden gizleyerek aldığı ilk gitarı babası tarafından parçalanmıştır. Büyük ihtimalle Muhammed’den beklenen fazla asimile olmadan, geçimini sağlayacağı bir iş yapması olacağından bu tepki de çok anlaşılmaz değildir. Belki bugün Almanya’da değişik alanlarda başarıyı yakalayan Türkler olması nedeniyle, aileler çocuklarının alternatif alanlara yönelmesine de bu kadar agrasif bakmıyorlardır 3. ve 4. jenerasyon için. Ancak belli ki 2. Jenerasyon biraz zorluk çekmiş. Daha sonra Muhammed yılmamış, bir kez daha gitar almış ve kursa gitmeden evde gizli bir şekilde gitar çalmaya başlamış, geliştirmiştir. 17 yaşında sözleri ve müzikleri kendisine ait olan ilk demosunu kaydetmiştir. Burdan sonra da alıp yürümüştür bizim uşak. Grubu Necrophagist camianın bilinen gruplarından olmuştur, konserden konsere coşturmuştur.

Bu arada da babası 3 saat gitar çalıştığını anlamasın diye makina mühendisliğini de bitirmiş ve müzisyen sıfatının yanına mühendisliğini de eklemiştir. Hatta müzik yorumcuları yaptığı müzikteki kompleks nota dizilimlerini Muhammed’in derin analitik ve matematik bilgisine dayandırmaktadırlar. Yine de babasının tutumu kendisi için avantaj olmuş sanki. Yoksa sadece müzisyen olsa, bu kadar kompleks dizilimleri yazamayabilirdi. Bu kadar teknik bir müziği, içten ve duygulu çalabilmesi de bana sorarsanız biraz doğu kültüründen nasiplenmesindendir. Zaten gerek röportajlarda sigara içişiyle, gerek metalciyim o zaman sakalım olsun, saçım olsun trıvırılarına girmeyişiyle de tam bir gönül adamı izlenimi verdi bana Muhammed.

Necrophagist live at NEMHF 2006Image by markcoatsworth via Flickr

Dahası alanında dünyanın en iyi gitaristlerden birisi olduğu için Ibanez, Xiphos adıyla kendisine gitarlar üretmiştir.

Geçen senelerde İtalyan metalciler bana bu arkadaştan bahsetmeye çalışmışlardı da ben bu İtalyanlar’ın kafası karışık falan demiştim. Çünkü onlar olayı açıklayamamışlardı. Şimdi bizim bir arkadaş bu gence dikkat çekti, izledim, dinledim, sizlerle kısaca paylaştım.

Ne faydası olur bilmem ama içimizden birine İbanez gitar yapmış, müziğinde zirveye çıkmış. Bunun bilinmesinde fayda var gibi geldi. Baktım youtube’de her Türk ile ilgili videonun altına küfürlü yorumlar düzen yabancılar da Muhammed videolarına pek dadanmamışlar. Belli ki adam işini çok iyi yaptığından bok atacak yürek olmuyor millette. Ayrıca öyle fanları var ki en olumsuz yorum olan “İngilizcesi kötü” veya “sigara içiyor” gibi yorumlara bile kükremişler: “İngilizce adamın 3. Dili”, “İçer tabi, adam Türk” demişlerdir.

Buyurun Muhammed video ve röportajlarına...

Röportaj-1
Röportaj-2


Reblog this post [with Zemanta]

Tuesday, January 12, 2010

Letterman

The Ed Sullivan theater, where Late Show with ...Image via Wikipedia

Bu adamın show'unu severek izledim hep. Kimler gelip geçmedi ki...
Bu ayrı bir konu olur ama adamı şantaja boyun eğmemesiyle bir kez daha sevdim. Yediği halt ne olursa olsun, kendisi tam bir Keyser Söze'lik yapmıştır. Ne yapmıştı Keyser Söze, kimdi? İzlemeyenler için hemen hatırlatalım bu hayali "Usual Suspects" filmi karakterini:
Keyser Almanya'da yaşayan bir Türktür ve uyuşturucu piyasasında kraldır. Bir gün rakibi olan Macar mafyası evine girer, karısına tecavüz edip, 3 çocuğunu rehin alırlar. Kayser eve geldiğinde şu tehditle karşılaşır: "İşi bırak, yoksa aileni öldürürüz". İşte Keyser'i yıldızlaştıran hareket orada gelir. Çeker, çocuklarını ve karısını vurur. Tabiki bunlar Amerikalı senaristlerin yazabildikleri. Bana sorarsan olay buram buram namus cinayeti kokuyor ama şimdilik girmeyelim bu konuya.
İşte Letterman da böyle yaptı adeta, kendi showunda yediği naneyi açıklayıverdi (Tabi ki şantajcıyı da tutuklatmış daha önceden). Böylelikle tıpkı Keyser'in Macar'ların kozlarını ellerinden aldığı gibi, Letterman da şantajcının ve medyanın elinden kozlarını alıverdi böylelikle.
Anladık ki zorbaya boyun eğmeyecen arkadaş.
İşin komik tarafı, adam bu olayı açıklarken bile 1980'lerden beri kendisine gülmeye çok alışmış insanların yine katıla katıla gülmesi...İşte o itiraf videosu ve programlarından bir tanesinden bir başka komik video daha...





Bu da zorbalara boyun eğenlerimiz için:


Reblog this post [with Zemanta]

Monday, January 11, 2010

BBC Bunu Yapmayacaktın.

Screamers (2006 film)Image via Wikipedia

Biliyoruz, BBC bir belgesel yaptığında on numara prodüksüyon koyuyor ortaya. Adamlar "zaman makinası bulundu" dese, soru sormam inanırım. Ancak bu sefer biraz fazla olmuş. Daha önce bu konuda yazdığım için kısa tutacağım. Ancak bu propaganda filmi maalesef olmamış, BBC'ye yakışmamış. İşin kötü tarafı, bir çok kişinin sorgusuz-sualsiz inanacak olması. Zaten Avrupa'da gördüğüm kadarıyla bir çok kişi tarafından tartışılmıyor bile artık. Özellikle diasporanın kuvvetli olduğu ülkelerde okullarda öğretildiği için, bu olay onların gözünde artık çok net ve suçluyuz.
Ancak bu belgesel olaya yeni bir boyut katmış. Bu yüzyılda yaşanan bütün soykırımların nedeni biz olmuşuz. Bunu da Hitler'in: "kill without mercy. Who today remembers the extermination of the Armenians?" sözüne dayandırmışlar. Ancak bu söz belgelerden daha çok bir gazetecinin yorumuna dayanıyor. (Bknz: Wiki)

Bir de SOAD fanlarının bazılarında: "Yeah, these guys are cool, you know" şeklinde bir inanmışlık var ki insanın iyiden canını sıkıyor.

İşte belgeselin linki: http://www.youtube.com/watch?v=EpHkzwE4qzg
Reblog this post [with Zemanta]

Sunday, January 3, 2010

Sifon

Velakin'deki yazim:

Yeni yıl geldi, gelecek. İçimizi bir heyecan sardı, saracak. Avrupa kentlerinin sokakları süslenmeye başladı çamlarla, ışıklarla. Tam güzel günleri beklerken evin sifonu bozuldu. Sifon da ne menem aletmiş, bir türlü tamiri mümkün olmadı. Suyu kontrol altına almak amacıyla vanayı kapatmak icap etti. Vana da evin suyunu tamamen kapatıyor. Ne zaman mutfakta, duşta su gerekse biz bu sifonu da açmak zorunda kalıyoruz. Bu arada uzun süre akan su, evde kulakları zorlayan bir ses yaratıyor.
Bir sabah kapı çaldı. Apartmanın kısa boylu iki teyzesi sesten kafalarının patladığını anlatmaya bize gelmişler ama kadınlar bizimle konuşurken bir taraftan da evi süzüyorlar. Zaten Türk mahalle kitabı kısa insanlardan korkulması gerektiğini söyler, ayrıca zayıflar sinsi, tombişler neşeli, sessizler ise içinden iğnelidir. Belli ki teyzeler son altın gününde 8 numaralı daireye Türkler’in taşındığını öğrenmişler, neye benzediğimizi görmeye gelmişler. “Yaptırcaz, aradık sucuyu, yarın gelecek” desek de bastı bacak teyze bizi itekleyerek “ben bakayım” dedi, eve girdi, iyice süzdü evi. Ama asıl teyzeyi meraklandıran ve korkutan gözleriyle gördükleri değil, burnuyla kokladıklarıydı. O sabah Türkiye’den gelen sucukları yeme etkinliği sürdürülmekteydi ve evi bir koku kaplamıştı. Kokunun onları tedirgin ettiğini anladım. Şans eseri gömleğimin altında arkadaşımın hediye ettiği papa baskılı tişört vardı. “Teyzeye göstereyim, hıristiyan sansın, kalbine bi ferahlık gelir, içi rahat eder, gider” diye düşündüm. Hakikaten de teyze papayı görünce “biz artık gidelim” dedi. Tam kapıyı kapatırken de arkasını dönüp: “Biz bu yemeği vampir tütsüsü sanmıştık, anneannem böyle sarımsağı bol yemekler yapıp vampir kaçırırdı, yanlışlık olmuş” dedi. İşte tam o anda bacaklarımdan başlayan ve vücudumun üst kısımlarına doğru ilerleyen bir ürperme oldu, korktum. Aradım, taradım ama Türk-İslam kültüründen geldiğim için vampir olayına çok yabancı olduğumu farkettim. Koca koca teyzeler söyleyince insan gerçekliğinden şüpheleniyor. Hemen sorularımı sormaya en yakın kiliseye gittim. “Sayın papaz, vampir olayını filmlerden biliyorum ama çeşit çeşit vampir filmi var, hangisini referans alalım, hangisi gerçek?” diye sordum. Aynada görünürler mi, sarımsaktan kaçarlar mı, gümüşü sevmezler mi? Açıkladı, biraz da kutsal su verdi, yolladı.
Yolda düşündüm bizim neden vampirimiz yoktur diye. Yani bir Türk vampiri olsun isterdim ben, fütursuz, marjinal, topluma ters düşen, herkes uyurken uyanık olan, herkes uyanıkken uyuyan, cinsel çekiciliğini kullanarak ağına düşüren...Ancak olamaz. Hayır, Nuri Alço ağa düşürme konusunda herkesi uyardığı için değil, sosyal baskılardan olamaz. Bu vampirler toplumun genelinden farklı davrandıkları için dışlanacaklar. Aileler, kızlarının evlenmeden önce ısırılmasına karşı oldukları için bu erkek vampirler sopalanacaklar. Kadın vampirler ise hafifmeşrep olmakla suçlanıp tacize maruz kalacaklar. İşi gücü olmadığından devamlı sıkıntılı olacak vampirler. Sıkıntılarını da dile getirmeye çalıştıklarında kendilerine tıpkı üniversite hocalarına “neden konuşuyorsunuz, bilim yapın”, öğrencilere “ders çalışın, konuşmayın” dendiği gibi “kanınızı emin, susun” denecek. Bizim toplum olarak belirlediğimiz çizgiler içerisinde kalmayan her şeyle olduğu gibi vampirlerle de dalga geçilecek. Çok sevilen mizahçılarımız bile normal adamın aşmışlığına vurgu yaparak okurları eğlendirecek, vampirsiz hayatı destekleyecekler. Hoşgörü toplumu olduğumuz vurgulanıp, vampirlere aba altından sopa gösterilecek. Her sıradan olmayan şey gibi vampirlerimiz de yok olup gidecek...
Hayatın her alanına sirayet etmiş bu özelliğimiz. Örneğin ben spor için soğukta koşan birini görünce “adama bak, mal gibi koşuyor” derim. Arkadaşlarım beni kaya tırmanışı yapmaya çağırdığında “siz Avrupalılar bu ekstrem sporları bırakın, bizim hayatımız ekstrem” diyerekten üstten bakarım. Biz yıllarca çok ders çalışan arkadaşlarımızın bunu saklamasına bozulduk değil mi? “Sınavın nasıl geçti?” dediğimizde “Çok kötü ya, zaten çalışamamıştım” dedikten sonra notlar açıklandığında yüksek puanlar alan bu arkadaşlara sövdük biz. Aslında hiç anlamadık onu bu hale getirenin biz olduğumuzu. O arkadaşımız her gün sabah 2 saatini kütüphanede geçirdiğini söylese, yine o sıradanlığa övgüler düzen sırıtışımızla: “bırak ya, bilim adamı mı olacan?” derdik biz ona. O da bu yüzden bizi asla kütüphaneye davet edemedi, sakladı çalıştığını. Felsefe okuyana “ercen mi?” dedik, şiir okuyana “manita işi mi?” dedik ama bir şey dedik, insanı soğuttuk, belirli şeyleri okuttuk, en iyisi de hiç okutmadık, “alim mi olucan?” dedik.
Yemek alışkanlıklarımız da böyle. Restoranda iskenderin yanına ayran istendiğinde garson uyaracak: “İskender ile ayran olmaz, zaten yoğurt var içerisinde”. Burada da alt metinde herkesin yaptığını yapmamız istenmektedir bizden, yani normalleşip ayran dışında bir şey içmemiz. Yoksa ben ilk kez iskender yiyen veya ayranın içinde yoğurt olduğunu tahmin edemeyen birisine mi benziyorum? Kokoreçinize domates ve biber istemediğinizi söyleyerek de deneyebilirsiniz bunu isterseniz. “Öyle olmaz ama çok istersen koymayayım” dedirtene kadar uğraşmak gerekir. Bir örnek de futbol yorumcusundan, hani görevi maç anlatmak olan. O bile oyuncuların kendisini duyamayacağını bile bile futbolculara akıl verir, kendisi gibi düşünsün ister, bağırır: “at araya, ver sağa...”. Biz bunu din konusunda da yaparız, cinsel tercihlerde de yaparız. “Oruç tutman şart değil ama sokakta yeme” deriz, “eşcinsele saygılıyım ama göz önünde durma” deriz. Bazen de sorun çözülmezse normalliğe çağrı niteliğinde “akıllı ol” deriz.
Vampir hele ki belli bir yaştaysa kendisinden evlenmesi de beklenecek mesela. Evlenmezse, gerekirse baskı yapılacak ama muhakkak evlendirilmeye çalışılacak. Öte yandan yüzlerce yıldır dünyada olan birisi yeri gelecek dış görünüşünden sıkılacak, bir dövme yaptırayım, bir saçımı uzatayım, bir küpe takayım diyecek ama delikanlı bıçkın gençlik, yaşına başına bakmadan, Allah yarattı demeden dalacaklar ağzını dişini kıracaklar vampirin. Olmaz demeyelim, benim “superman” tişörtü giydiği için Ankara Ulus’ta kovalanmış arkadaşım var. Vampir falan da değildi hani...
İşte bu normalleşme baskısı nedeniyle bizde vampir olmuyor arkadaş, bırak vampiri ekstrem sporcu, sanatçı bile zor çıkıyor. Çünkü toplum bizi normal uğraşları olacak bir bireye doğru bir güzel yontuyor.
Bunları düşünürken eve vardım, sıradan, konforlu hayatımın içine kendimi bıraktım. Sifon bozuk da olsa halime şükretmeyi bildim, çünkü normalim ve umarım yeni senede de normalden uzaklaşmayacağım.