Wednesday, December 17, 2008

the screamers

Bu blogda şimdiye kadar böyle bir konuda ve üslupta yazma gereği duymamıştım ama bu olayın şakasını yapmak içimden gelmedi.

"The screamers" benim de dinlemeyi sevdigim "System of a Down" grubunun hazirladigi veya yer aldigi bir belgesel. Amaci soykirim mesajini müzik yardimiyla iletmek. Içerisinde bütün soykirimlardan bahsediliyor fakat söz eninde sonunda Ermeni Soykirimi'na geliyor. Youtube'deki yorumlara ve Amerikan TV kanallarındaki söyleşilere bakilirsa propaganda amacina ulasiyor gibi görünüyor. Bu konuda düzgün ve bilimsel adimlar atamazsak sonumuz pek parlak görünmüyor. Etrafa "akilli ol" mesajlari yollarken, kendimiz biraz akilciliktan uzak kalarak olaydaki kontrolümüzü yitirmeye baslamisiz sanirim.

Grubun solisti Serj Tankian soykirim temali bir sarkiyi söylemeleri sarti ile Ermenistan'i Eurovizyon sarki yarismasinda da temsil edebileceklerini açiklamis. Asagiya youtube'den aldigim belgesel dökümanlarini ve TVdeki röportajları da ekliyorum. Ilgilenenler bir göz atabilir.
Bu belgeselin fragmanı...



p.l.u.c.k





Davet edildiği bir sabah show'undan.




Belgeselin tanıtım filmi



Bu da sanırım belgeselden. Ancak belirteyim ki bundan emin olamadım. Benzer videolar için youtube'e bakılabilir.

Şimdi de İlber Ortaylı hocanın yorumlarını koyayım ki, ne durumda olduğumuzu görelim:


İlber Hoca-1


İlber Hoca-2



İlber Hoca-3

Tuesday, December 16, 2008

ROMA


















Her şehre gitmeden önce haliyle insan biraz bilgi toplar, interneti, turist rehberlerini karıştırır. Çoğu zaman karıştırılan kaynakta o şehir, turistlere hoş bir şekilde sunulmuş olur. İnsan da gideceği şehrin güzel olmasını isteyeceğinden, inanmaya zaten meyillidir. Turist kitapları abartır, turistler beklentilerini arttırır. Bunda da garip bir taraf yoktur.

Roma için de benzer şeyler duymuş, okumuştum. Yine çok abartılan bir şehre gitmenin sıkıntısı vardı içimde. Gezmek başlı başına güzel bir hadise olduğu için gezilen yerlerin mutlaka süper olması gerekmez tabiki. Ancak süper bir yere gidiyorum duygusuna da kapılmak istemem, yine de aradıklarımı bulamayınca şehirler de hayal kırıklığı yaratabiliyor.

Ancak Roma’da 4 gün kalınca gördüm ki Roma da aynen İstanbul sınıfında bir şehirmiş. Kitaplarda yazanlar sadece kitaplarda kalıyormuş. Bu şehir de yaşanmadan,içerisinde dolaşmadan anlaşılacak yer değilmiş. İstanbul’a benzetmeme şaşırmamak lazım, birisi Roma İmparatorluğu’nun diğeri de Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti.

Tarihi yapıları korumak konusunda İtalyanlar’dan ders almamız gerektiği aşikar. Bu nedenledir ki Roma şehrinin her yanı tam anlamıyla tarih.(Romanesk dönemde güzelim Kolezyum'un mermerlerini taşıyıp başka bina yapmalarını saymazsak) İsa’dan günümüze her çeşit mimarı akıma ve medeniyete ait yapıları şehirde görmek mümkün. Yani kıstas sadece tarih olsa sanırım dünyanın 1 numaralı şehri olduğu rahatça söylenebilir. Ancak bir şehri şehir yapan başka olmazsa olmaz yönler de mevcut idi Roma’da. Gece hayatı,kültür, sanat,spor, yemek...Tüm bu özellikleriyle Roma’yı özellikle İstanbul’u sevenler için muhakkak gidilmesi,görülmesi gereken başka bir şehir olarak işaret ediyorum (İstanbul’u ve Roma’yı sevmeyen bir turist zaten gezmesin ya da Bodrum-İbiza açılımını denesin) ve bu şehri övmeyi artık bırakıyorum. O kadar ki, kelimeler yetersiz.

Ancak benim gezimi özelde çok güzel yapan, Roma’ya özgü çok güzel yemekleri de tatmış olmamdır. Burada klasik turist menüsü olan pizza ve makarna gibi gıdaların dışına çıkmış ve “Trattoria” denilen İtalyan işi yemek noktalarını çok ince çalışmalarla tesbit etmiş ve halka inmeyi başarmış olmamızdır. Trattoria restorana göre daha samimi hatta bazen aile işletmesi şeklindeki yerlerdir. Menüleri kalemle yazılmış bu yerlerde şarap şişede değil sürahide servis edilir. Bazen bir aile işletmesi de olabilir ama asıl can alıcı noktası eğer turistlerin pek bilmediği noktalardakilere ulaşılabilinirse uygun fiyata,doyurucu,yerel yemekleri yiyebilmenizdir. Son 20 yılda sayıları giderek azalsa da İtalya’da mutlaka yaşanması gereken zevklerden birisidir. Bizdeki eski meyhaneleri andırıyor ortam. Tahta masaları, içki muhabbetleri, iştah açıcısından kahvesine,tatlısına kadar dört dörtlük, saatlerce süren bir yemek yeme kültürü.

Bu trattoriaları bulmak aklımızda hiç yoktu yolculuğa çıkmadan önce. Biraz da top sevecek. Sabahın 3’ünde Milano’da taksiyle hava alanı otobüsünün olduğu yere giderken taksicimiz Napoli’li konuşkan bir amca çıkmasa ben de çoğu kişi gibi pizza ve makarna yiyerek dönmüş olabilirdim. Bu amca bize ısrarla nereye gittiğimizi, ne kadar kalacağımızı ...vb sordu. Biz de çok paramız olmadığını, ton balığı,peynir,ekmek yiyeceğimizi söyledik. Amca başladı anlatmaya,kendisi de Napoli’den Milano’ya iş bulma umuduyla 14 yaşındayken göçmüş. İlk geldiğinde hep ekmek yemiş fakirlikten. Daha sonra çakal Napoli’li aymış. Etrafta ne kadar amele,boyacı,kamyoncu varsa takip etmeye, onların gittiği yerlere gitmeye başlamış. Bize de Roma’da tadına bakmamız gereken bir kaç yemek adı verdikten sonra ekledi “Amelelere sorun nerede yediklerini,oralara gidin”. Teşekkür edip ayrıldık bu şen şakrak güney insanından.

Ertesi gün şehir içindeki amelelere “Hacı siz nerede yersiniz?” sorusunu gerçekten de sorduk. İşte bu gezide 4 Euro’ya kocaman bir sürahi ev şarabını, enginarlı omleti, roma usulü tavuğu hep bu taksici amca sayesinde yedik. Bu mekanlarda italyanlarla yan yana oturup kısa sohbetler ettik. Beşiktaş, Galatasaray muhabbeti yaptık. Yan masadaki aileler bizim gibi Türkler’i tanımaktan memnun olduklarını söylediler ve referandum olursa Türkiye için evet basacaklarının sözünü verdiler. Yanlarındaki küçük çocuklara da: “Bak bu Türk abiler-ablalar okumuş, mühendis olmuş” dediler,örnek gösterdiler. Çocuklar yemeklerini bırakıp ilk kez gördükleri Türk’leri inceledler.

Tabi ki biyolojik olarak turistin çok olduğu yerlerde çakal esnaf sayısında da artış oluyor. Sonra turistler çok zalimce avlanıp sayıları azalırsa da bu çakal esnaf sayısı da azalıyor ve sistem kendisini dengeliyor. Şu an Roma’da çok fazla turist olduğu için çakal esnaf açısından bir sıkıntı yok.Turistik noktalarda çakalların işlettiği Trattoria’lar da vardı. Hazır tavuk ve patatesi Roma yemeği diye kakalayan bu yerlerde genelde İtalyanca’dan çok İngilizce duymanız kaçmanız için iyi bir işaret olacaktır.

Hepinize Allah Roma’yı gezmek nasip etsin!


(Videodaki papa mı yoksa kardinal mi anlayamadım) çok ak,nurlu bir sima idi. Biz kameraya çekerken yanımızda ağlayanlar oldu. Adam taa Güney Amerika'dan kalkmış gelmiş. Ne desem nasıl teselli etsem bilemedim. Bizim Trattoria'nın adresini verdim.